Blog sitemi açalı bir buçuk seneyi geçti ve ikinci defa kendimle ilgili bir yazı yazıyorum. Bugüne kadar hep gezi yazısı yazdığım için şu satırları yazıyor olmak çok ilginç geliyor bana. Sürekli gezi yazısı yaz, araştır, incele, oku vs. derken kendimle ilgili yazmaya fırsat bulamıyordum ve son dönemlerde yaşadığım bazı olaylar ve İzmir’e taşınmamla ilgili birkaç şey yazmak istedim.
“Hayat gelip geçiyor, bir şeyler yapmak lazım” diyerek yaklaşık iki senedir aktif olarak seyahat etmeye çalışıyorum. Gezdikçe yeni şeyler öğreniyor ve hayata bakışım biraz daha değişiyor. Ancak iş, güç, çalışmak, kariyer vs. beni bazen epey zorluyordu…
Zaman aynı şekilde akıp giderken 2015 yılı Şubat ayında çalıştığım şirketten istifa etmiş ve bir süre dinlenmek istemiştim. Sonrasında ise yeterli paramın olduğunu düşünerek interrail yapmaya karar verdim. Tüm işlemlerimi hallettikten sonra 35 günlük interrail seyahatime çıktım ve gayet güzel geçti. Ardından İstanbul’a döndüm ve interrail’den artırdığım parayla bu sefer ikinci kez vizesiz balkan ülkelerine gitmeye karar verdim. 36 gün de balkanları gezmiş oldum böylelikle…
2015 yılında yaptığım bu iki büyük seyahatten sonra tekrar iş hayatına dönmenin zamanı gelmişti. Yazılım uzmanı olduğum için iş bulmak çok zor olmayacaktı benim için. Çünkü daha önceden çalıştığım şirketler ve yaptığım işler epey iyiydi. Birkaç iş görüşmesinin ardından bir iş buldum ve çalışmaya başladım. İlk başlarda her şey çok iyiydi ancak iki ay sonra maaşlar yatmamaya ve gece 12, 1-2-3’lerde işten çıkmaya başlayınca 2016 yılının başında yeni iş aramaya başlamıştım ve ardından o şirketten de ayrıldım. Toplam 4 aylık kısa çalışmanın ardından artık tekrar işsizdim…
Söylediğim gibi işsizlik benim için sorun değil, nasıl olsa kolayca yeni bir iş bulurum. O yüzden blog sitemin tasarımını değiştirdim, tüm yazıları tekrar okuyarak güncelledim ve tüm fotoları flickr’dan kendi sunucuma taşıdım. Bu süreç yaklaşık 2 ay sürdü. Bu sürecin çoğunda işsizdim ama hayatta kalmaya yetecek param vardı…
Ardından iş görüşmelerine tekrar başladım. Mobil sektörde Türkiye’nin alanında lider bir firmasıyla görüştüm. Benim için çok rahattı çünkü insan kaynaklarında görevli kişi benim bir arkadaşımdı. Genel olarak şirket hakkında bilgi verdi, bana hiç soru sormadı haliyle 🙂 Ardından o şirketteki teknik ekibin başıyla görüştüm. O da, benim eski çalıştığım şirketteki yöneticimin yakın bir arkadaşıymış. Görüşmeden önce onu arayarak benimle ilgili bilgi almış. Zaten görüşme sırasında hakkında çok iyi şeyler söyledi falan demişti. Neyse, oturup görüştük, her şey çok iyi, işler iyi, her şey süper… Ama bana olumlu/olumsuz geri dönüşü beklediğim tarihlerde yapmadılar. Bu süreçte ben de yeni firmalarla görüşmeye başladım.
Bir gün linkedin’de gezerken bir firmayla karşılaştım. Ancak bir sorun vardı… Bu firmanın merkezi İzmir’deydi. Ben İstanbul’da yaşıyordum ancak son zamanlarda gerçekten nefret etmeye başlamıştım İstanbul’dan. Çünkü her yer oldukça kalabalık; metro, metrobüs vs. tıklım tıklım dolu oluyordu. İstanbul’a taşındığım ilk zamanlarda (2011) durum hiç bu şekilde değildi ama yıllar geçtikçe artan kalabalığı gözle görür bir şekilde hissetmeye başlamış ve artık herkes gibi “bu şehirde yaşanmaz” demeye başlamıştım. İzmir merkezli firmanın ilanı da görünce şansımı denemek için başvurdum ve görüşmeye çağırıldım…
Detaylarını anlatmayacağım ancak şirket sahibinin hayata bakışı ve duruşu beni çok etkilemişti. Tabi konu İzmir’de çalışma olunca, İstanbul’da kazanacağım paranın yarısını kazanacaktım. Birkaç gün düşündükten sonra İzmir’e taşına fikrine sıcak baktım ve belki de bugün hayatımda aldığım en doğru kararlardan birini vermiş bulunuyorum…
15 Şubat’ta görüşmelerimiz tamamlandı ve ben Mart ayı başında İzmir’e taşınmaya karar verdim. Öncesinde İzmir’e gelerek kalacak bir hostel buldum ve orayla anlaştım. Kalacağım sürenin belli olmadığını, 1-2 ay kadar kalabileceğimi söyledim kendilerine. İzmir’deki en büyük sorunu hallettikten sonra tekrar İstanbul’a döndüm ve asıl koşuşturma bundan sonra başlayacaktı…
Artık talihsizlik mi dersiniz, başka bir şey mi bilmiyorum ancak İzmir’den İstanbul’a geri döndüğüm gün bilgisayarım bozuldu. 2014 model Macbook Pro Retina bilgisayarım internete bağlanmıyordu. Tahmin edebileceğiniz gibi internete bağlanmayan bir bilgisayar hiçbir işinize yaramıyor. Ancak yaklaşık 4 buçuk yıl İstanbul/Küçükyalı’da yaşadığım evimi kapatacağım için, haliyle burada bırakamayacağım pek çok eşyam ve kıyafetim vardı. Büyük bir valiz ve bir adet sırt çantası hazırlayarak bunları ailemin yaşadığı yere, yani Ankara’ya götürdüm. Zaten bu koşuşturma içerisinde birkaç gün bilgisayar kullanmama gerek yoktu. Bende bilgisayarımı teknik servise götürmüş ve 3-4 gün sonra alabileceğimi söylemişlerdi.
Ailemin yanına giderek eşyalarımı bıraktım, ardından annem ile birlikte İstanbul’a geldik. Çünkü tek seferde eşyalarımın hepsini taşıyamamış (kıyafet vb) ve annemden yardım istemiştim. Kendisi 2 gün kadar İstanbul’da kaldı ve sonrasında aynı şekilde iki valizle birlikte Ankara’ya döndü. Ertesi gün ise telefonuma teknik servisten bir mesaj geldi ve “sıvı teması olduğu, bu nedenle bazı parçaların değişmesi gerektiği ancak garantinin bunu kapsamadığını ve 1100 TL ödemem gerektiği” yazıyordu. Hemen teknik servisi arayarak detayı sormak istedim ancak onları aramanın dakikası 3 lira olarak ücretlendiriliyormuş. Telefonu hemen kapatarak Apple Store Türkiye ile iletişim kurdum ve durumu anlattım. Normalde bilgisayarımdaki her şeyin sorunsuz çalıştığını, sadece internete bağlanmadığını söyledim. Onlarsa beni Apple Avrupa’da üst düzey bir yetkiliye yönlendirdiler. Yetkili kişi (Katerina isminde birisi) sorunla ilgileneceğini söyledi ve birkaç gün zaman istedi. Benim için çok sorun değildi çünkü zaten yapılması gereken epey işim vardı…
Bir süre semtteki spotçuları gezerek evdeki tüm eşyalar için fiyat teklifi aldım. Ancak eşyalar eski olduğu için herkes az para veriyordu. Asıl para edecek şeylerim televizyon (60 inç-153 ekran), çamaşır makinası ve buzdolabı idi. Birkaç spotçu gezdikten sonra bunları ederinin çok ama çok altında bir fiyata sattım ve eşyaları almaları gereken tarihi söyledim.
Günler geçiyordu ve zaman daralıyordu. Artık tüm işleri bitirmem gerekiyordu… Pek çoğunu kafamda planlamıştım ancak bilgisayardan ses yoktu. Apple Store’u tekrar arayarak (yetkiliyle konuşmamızdan 5 gün sonra), ilgili kişinin bana geri dönüş yapmadığını söyledim. Kendisi bana öncesinde mail ve telefonunu vermişti ancak mail atmama ve aramama rağmen ona ulaşamamıştım. Bu sefer bu kişiyi, aynı departmanda çalışan başka bir kişiye şikayet ettim. O iş tamam ancak bilgisayarımla ilgili acı gerçeği öğrendim. Normalde teknik servis bilgisayarın içini açıyor ve sorun ne olursa olsun fotoğraf çekerek Apple’ın sistemine yüklüyormuş. Benimki gibi anlaşmazlıklarda ise yetkili kişiler fotoğraflara bakıyor ve karar veriyorlarmış. Konuştuğum kişi bilgisayarda korozyum ve oksitlenme olduğunu, aynı zamanda yoğun bir sıvı temasını mağruz kaldığını söyledi. Epey sıkıntılıymış yani. Ayrıca ekledi; bilgisayarınızı fazla kullanmayın çünkü bir süre sonra patlayabilir!…
Yapacak bir şey yoktu ve bu parayı da vermek istemedim. İlgili teknik servise giderek bilgisayarımı geri aldım. Eve gelerek mouse’u taktım ancak çalışmıyordu. Bilgisayarın sağ tarafında bulunan ve I/O Board denilen yerde sorun vardı. Normalde burası teknik servise giderken çalışıyordu… Tekrar Apple’ı arayarak durumu izah ettim, yine Apple Avrupa’da yetkili biriyle konuştum. Kendisi bana “eğer bilgisayarınıza sıvı teması olmuşsa, zamanla bazı yerleri çalışmayabilir. O yüzden yapacak bir şey yok” demişti. Normalde bilgisayarımı almadan önce Apple’ın teknik servisiyle ilgili çok farklı şeyler duymuştum. Yani bilgisayarda bir sorun varsa hemen yenisini veriyor diyordu herkes ancak hiçte öyle değilmiş. Ben bunu sonradan farkettim. Eğer bilgisayarınızda çizik, göçük, sıvı teması vb. gibi bir sorun varsa, Apple’ın garantisi gereği önce onun tamir edilmesi gerekiyor, ardından garanti kapsamında değerlendiriliyormuş. Bu arada “sıvı teması” denilen olayı hiç hatırlamıyorum. Yani bilgisayar başında bir şeye elim çarptı ve içerisinde herhangi bir şey dökülmedi bundan önce. O iş nasıl öyle oldu ondan da emin değilim…
Yapacak bir şey yok, bilgisayarsız geçen 15 günün ardından artık İstanbul’da son günüm gelmişti..
09:00
Sabah kalktım ve doğru doğalgazı kapattırmaya İgdaş Küçükyalı şubesine gittim. Burada işlemler çok hızlı oldu ve yaklaşık 5 dakikada her şeyi tamamladım. Kapattırmak için sadece kimlik yetiyor. Ancak doğalgazı açtırırken peşin olarak verdiğiniz depozito (güvence) parasını 1 hafta sonra istediğimiz bir PTT şubesinden almamız gerekiyor.
09:30
Tekrar eve döndüm ve hızlıca bir önceki günden yarım kalan valizimi yapmaya devam ettim. Kısa bir süre sonra tüm kıyafetleri valize yerleştirdim. Bir çekmeli valiz, bir sırt çantası (60 litre) ve bir adet bilgisayar çantası dışında artık o evdeki hiçbir eşya benim değildi…
11:00
Önceki günlerde ayarladığım spotçu evdeki tüm eşyaları almaya geldi. Yaklaşık 1 saat 15 dakika süren taşıma işleminin ardından artık ev bomboş kalmıştı. Tıpkı 4 buçuk yıl önceki gibi… Evden son çıkan eşya, eve aldığım ilk eşya, yani çocukluk hayalim olan 60 inç devasa televizyonum olmuştu…
12:30
Eşyaları hallettikten sonra doğru sular idaresine gittim (İSKİ). Sırada yaklaşık 40 kişi vardı ve sıranın bana gelmesi bir saatten biraz daha fazla sürmüştü. Sıram geldikten sonra 5 dakikada işlemimi hallettim. Bunun içinde sadece kimlik yetiyor. Görevli kişi suyu açtırırken ödediğim güvence parasını (depozito) 3 gün içerisinde herhangi bir İSKİ şubesinden alabileceğimi söylemişti ancak İzmir’e gidiyorum diyince o zaman iban numaranı verirsen oraya para yatar demişti. Orada başka bir görevliye iban numaramı söyledim ve “ne zaman yatar” diye sordum. 2 ay sonra dedi… 🙂
15:00
Son gün koşturmaya devam.. Bu sefer elektriği kapattırmak için Enerjisa’nın Maltepe’deki ofisindeyim. Sırada 10 kişi var ancak benim sıram 45 dakika sonra geliyor. Çünkü diğer kişilerin işlemleri o kadar yavaş ilerliyorki, adeta bitmek bilmiyor… Sıram geldikten sonra oraya da sadece kimliğimi göstererek elektriği kapattırıyorum ve depozitonun 3 gün sonra banka hesabıma yatacağını söylüyorlar…
16:00
Aç bir halde, gördüğüm ilk restoranda tüm işleri halletmenin hafifliğiyle güzel bir köfte yiyorum. Nede olsa İstanbul’da son yemeğim.. 🙂
17:00
Tekrar Küçükyalı’ya dönüyor ve İzmir’e gidecek olan ilk otobüse biletimi alıyorum. Normalde iki valizim olduğu için uçak baştan iptal oluyor zaten… Biletimi aldıktan sonra tekrar eve geçiyor ve evin anahtarını teslim ederek, valizimi alıp doğru yazıhaneye gidiyorum ve servisi beklemeye başlıyorum. Ama nasıl rahatım.. 🙂
Bu sırada İstanbul’da şiddetli bir şekilde yağmur yağıyor. Son günüm ya, İstanbul ağlıyor resmen… Neyse, servis gecikmeli olarak yarım saat sonra geliyor… Sebep belli, yağmur yağdığı için İstanbul’da trafik yoğunluğu %90’lara çıkıyor.. Servisle normalde 10 dakika olan otogara tam bir buçuk saatte varıyoruz.. Bu süre, otobüs kalkış saatimden yarım saat daha geç. Yani otobüse akşam 7’de binecektim ancak 7:30’da otogara geliyoruz. Tabi otobüs Esenler’den geldiği ve İstanbul trafiği malum olduğu için akşam 8:30’da geliyor… Koltuğuma oturuyorum ve 8 saatlik bir yolculuk, yoğun bir gün ve koşuşturmayla geçen günlerin ardından başlıyor… Tabi bir yandan aklımda da hep “sonunda bitti, kurtuldum, bir daha İstanbul’a sadece turist olarak gelirim, İzmir umarım iyidir” şeklinde cümleler geçiyor..
Ertesi gece 4 gibi İzmir Otogarına geliyoruz ancak hostelin checkin saatine daha 4 saat kaldığı ve orası kapalı olduğu için otogarda bekliyorum. Daha doğrusu kendime gelmek için çay, çorba vs. içiyorum. Sonunda saat geliyor ve hostele giderek yerleşiyor ve o yorgunlukla direk yatıp uyuyorum…
Buraya kadar her gün, tek başıma bir şeylerin peşinden koşturmaktan epey sıkılmış ve yorulmuştum. Yazıda daha bahsetmediğim ve yeni şirkete girerken almam gereken bazı evraklar (sağlık raporu, işkur kaydı, fotoğraf, ikametgah vb.), aynı zamanda internet ve dsmart’ı kapattırmayı söylemedim bile 🙂 Yani son 15 günüm her gün akşama kadar dışarıda geçmişti. İnanın bana çok zor… Ama tüm bunların arasında durduk yere, hiç hesapta olmayan bir şey daha vardı; bilgisayarım…
İzmir’e geldikten birkaç gün sonra bilgisayarımı bu sefer burada bulunan başka bir teknik servise götürdüm ve onlar yoğunluktan dolayı işlemlerin biraz geç halledilebileceğini söylemişlerdi. Geçtiğimiz günlerde beni aradılar ve sorunu tespit ettiklerini, bilgisayarın wi-fi ve I/o kartının değişmesi gerektiğini söylediler. Fiyat olarak 550 TL istediler. Hemen kabul ettim çünkü bilgisayarımı kullanamayalı çok uzun süre olmuştu. Sonunda dün, yani bilgisayarımın bozuluşunun bir buçuğuncu ayında 550 TL ödeyerek geri aldım ve şu an çok mutluyum 🙂 Bilgisayar olmayınca gerçekten olmuyormuş, bunu anladım. Yani hayatta severek ve isteyerek belki de ilk kez 550 TL para verdim bir şeye. Ayrıca bundan sonra bilgisayarıma çok iyi bakacağıma dair kendi kendime söz verdim. Size de tavsiyem, bir gün bilgisayarınız bozulur ve benim gibi bir buçuk ay bilgisayarsız kalırsanız çok özleyeceğinizi bilin. O yüzden onu sevin ve hor kullanmayın 🙂
Tüm bu süreci özetlemek gerekirse, şu an İzmir’deyim ve bugün hostelden ayrılarak Bornova’da bir ev arkadaşı buldum. Çalıştığım şirketle kaldığım yer arasındaki mesafede yürüyerek 4-5 dakika kadar. Hayatta hep bunu istemiştim ancak İstanbul’da nedense günde hep tek yön 1 buçuk – 2 saat mesafede olan şirketlerde çalışmıştım. Umarım her şey bundan sonra benim için çok iyi olur. İzmir güzel, insanı güzel…
Merhaba İzmir…
6 Yorum
Merhaba.
Ben hayatımın çok kritik bir dönemindeyim. Ben de İstanbul defterini, yoğun stres, trafik, iş hayatı, insanların canavarlaşması, travmatik ikili ilişkim sonrasında tamamen bitirmeye yakınım.
İzmir’i henüz görmedim, 1-2 ay sonra 4-5 günlüğüne gelip inceleyeceğim. Mesleğim konusunda malesef sizin gibi şanslı değilim, asıl mesleğim mühendislik, ama 4-5 senedir kurumsal bir şirkette ticari pazarlama sektöründe çalışıyorum. İş konusunda henüz bir imkan çıkmadı karşıma, inşallah şansım değişecek, inanmak istiyorum 🙂
Sizin bu yazıyı yazdıktan sonra düşünceleriniz nedir, nereler yaşanılır, nerelerde hayat var? İstanbul’u arıyor musunuz? Ben her ne kadar küfür etsem de İstanbul’un canlılığını, kalabalıklığını da seviyorum. Gerçi ilk defa bu sene bayram zamanı sessiz sakin olmasına bayılmıştım.
İzmir konusunda sessiz olması, ruhsuz olması gibi kaygılarım var. Benim gibiler için biraz daha bilgiler verebilir misiniz?
Selam Sarp. İzmir her yönüyle İstanbul’a göre çok daha iyi. Ancak tek sorun iş meselesi. Çoğunlukla İstanbul’da kazandığın yarısını kazanıyor olacaksın. Eğer bunu dert etmezsen sorun yok. Fakat sakın “nasıl olsa ucuz şehir” gibi düşünme. Sonuçta her yerin pahalı ve ucuz yerleri var. Başka bir sorun da, yurtdışına falan gideceksen her seferinde İstanbul aktarmalı gitmen gerekiyor.
Ben maaş sorunundan dolayı İstanbul’a geri döndüm (birikim yapmak için). Ayrıca tvde sürekli İstanbul haberlerini verdiklerinde bi garip oluyorsun 🙂
Şahin Abi merhaba Ben de gezime ilk önce bu yılın Ocak ayında Ürdün’e gitmekle başladım daha sonra kısa bir doğu avrupa turu yaptım. Sonra da aşağıda adresini verdiğim bloğu açtım. Açtım ama maalesef bir türlü düzene sokamadım. Eğer İstanbul’da oturuyorsanız bana bu konuda yardımcı olabilir misiniz? veya yardımcı olabilecek bir arkadaşınız var mı acaba?
Selam, İstanbul’da yaşamıyorum maalesef 🙂
Merhaba, Şahin Bey ben de mimarlık okuyorum ve ödevlerim için Aziz Matthias Kilisesi’ni ararken rastladım sitenize. Sitenin sadeliği ve göz yormayışı gerçekten hoşuma gitti ve yurt dışındaki yapılar veya gezilecek yerler ile ilgili bilgi ve fotoğraf olmayışı konusunda da çok haklısınız , bilgiler ve fotoğraflarınızı bizlerle paylaştığınız için teşekkürler, iyi geceler.
🙂
devamı yok..
yani uğraşamam demek istiyor..Haklı, zaman lazım..
kolaylıklar dilerim
🙂